Posts

Showing posts from 2009

göğe bakma durağı

ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar şu aranıp duran korkak ellerimi tut bu evleri atla bu evleri de bunları da göğe bakalım falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım inecek var deriz otobüs durur ineriz bu karanlık böyle iyi afferin tanrıya herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum hırsızlar polisler açlar toklar uyusun herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda beni bırak göğe bakalım senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor seni aldım bu sunturlu yere getirdim sayısız penceren vardı bir bir kapattım bana dönesin diye bir bir kapattım şimdi otobüs gelir biner gideriz dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç bi...

her sessizlik biraz ihtilal

her gün biraz daha yalniz robespierre ve fransa biraz ugultulu yalnizdir aksami yok edilen bir subay bilinmez ürkütülmüs atlari ne çok sevdigi her yalnizlik biraz ihtilâl. çok seyleri kadinlar için yaptim, kadinlar onlar ki yokmusum gibi sevdiler beni begenmek, begenilmek gibi ayri kaldilar bir gün de aksamdi, ben o aksami hiç unutmam her sessizlik biraz ihtilâl. iste bir tanri evi, kimler ki geçerken ugruyorlar sonra çilginlar gibi kalabaliga belki de yari kalmis bir sevgiye kosuyorlar belki de her boyun egdikleri, her diz çöküs yavasça bir ihtilâl. -edip cansever-

are you still having fun?

hala eğleniyor musun bıraktığım kanepede? hani kırmızı olan..üzerine bira döktüğün..hala mı aynı şarkıyı söylüyorsun duymaz tüm kulaklara? gamdan makamdan habersiz ses tellerin hala "gülşen-i hüsnüne kimler varıyor "u söylemekte ısrarcı mı? elindeki pizza dilimi hep bir önceki günden kalma değil mi? ekstra baharatı seni görmek isteyenlerin yüzüne serpip, karşılarında kayıtsızca otururken dudağının kenarında beliren o hain gülüş...duruyor mu yine? hala mı gülüyorsun senden aksak yürüyen yaşamlara, hem de ruhun öperken kaldırımı 7/24? hala eğleniyor musun orada? frenleri bozuk bir bisikletle yokuş aşağı giderken hala içiyor musun samsun 216'yı? gözlerin parlayabiliyor mu hala limon sıkmadan ve rengin dönüyor mu her yeni insanla, papatya suyuyla yıkanmadan? sararıyor mu yazmadığın sayfalar leş gibi masa üstlerinde? kalemler avuç avuç dökülen saçlarının arasında mı gizli? hala mı saklanıyor geçmişin akdeniz'in ortasında kalın bir palto altına? kokuşmuş bir geçmiş ile küfü...

protege moi

koru beni..tanrım..isen şayet..tanrı isen..gücüm yetmiyor..taşımaya bu yükü..tanıdık tanımadık herşey birbirine karışmış.. her şey bitişik yazılmış burada..koru aklımı yücelerden de yüce..senden bunu dileyen pamuk prensesi dikizlememiş tek cüce..bunu dileyen küçük bir adam..koru onu..inanç sal yüreğine..aklını, mantığını, varoluşçuluğunu öldür elinle..o kocaman elinle..koru onu tanrım..koru beni.. gaspar noe 'nın videolarından çıkar ruhumu..beni edeple tanımla..edebi edepli olmamı sağla..ruhumu kirletme tanrım..ona 69 ve dahi 72,5 yaptırma..bir ev kızı temizliğinde durayım hayata karşı..koru beni tanrım! bedenimden önce aklımı koru..tüketime dayalı bu dünyadan uzak tut beni..acıma ortak ol, büyük bir kısmını sen al üstüne..yaşayamadığım bu hayatı yetiştiremediğim ev ödevi say..kurtarma sözlüsünden 5 ver bana tanrım! sınıfta bırakma beni..yalnızlık korkutucu..sıralar üstüme üstüme geliyor..bu sıralar ssk kuyrukları gözümde büyüyor..büyüyor tanrım! dünya büyüyor ben dururken..ken ry...

din bu

en büyük mutsuzluk yalnızlıktır. bu o kadar doğrudur ki, en eksiksiz avuntu olan din, seni hayal kırıklığına uğratmayacak bir arkadaş -tanrı- bulmaktan başka bir şey değildir. Cesare Pavese

gitme sana muhtacım=)

kadıköy-beşiktaş vapuru..hayal et..hafiften esen rüzgar..öyle bir değiyor ki tenine..yanında ellerini cebinde saklayan sevgiliden öte varken, yüzünü okşuyor.. tütünsüz bir sarhoşluk bu..bitmesin istiyorsun..ama..bir simit parçasının peşisıra takılıp gidiyor bir martının ağzında sevgiliden öte..bakakalmışken giden martının ardından, serdeki erkekliği gömlek cebine usulca koyup bulut olasın geliyor..o an..kulağına eğilmiş zeki müren başlıyor söylemeye.. "beni öldür öyle git..."

infilak

"....ben gidince hüzünler bırakırım bu senin yaşadığındır bir ev sıkılır kadınlardaki bir adam sıkılır kadınlardaki seni sevmek bu kadar mı o benim yaşadığımdır bazen de bir yerde kuşlar vardır ne uçmak, ne görünmek için bir karanfil pencereyi deler bir kapı kendiliğinden kapanır istesek sevişirdik, ama olmadı biz değil yaşayan, acılardır gitsem de her yerde biraz vardır hatırda zamansız bir plak bir otel kapısı, biraz istasyon vardır o seninle birlikte olmak buluşur çok uzaktan ellerimiz ve nasıl gözgözeyiz, ansızın bir infilak..." -Edip Cansever-

hüzün...elin yüzün..her yerin..

hüzün ki en çok yakışandır bize belki de en çok anladığımız biz ki sessiz ve yağız bir yazın yumağını çözerek ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze ovayı köpürte köpürte akan küheylan ve günleri hoyrat bir mahmuz ya da atlastan bir çarkıfelek gibi döndüre döndüre bir mapustan bir mapusa yollandığımız biz, ey sürgünlerin nazım'ı derken tutkulu, sevecen ve yalnız gerek acının teleğinden ve gerek lacivert gergefinde gecelerin şiiri bir kuş gibi örerek halkımız, gülün sesini savurup bir türkünün kekiğinden tüterken der ki, böyle yazılır sevdamız hüzün ki en çok yakışandır bize belki de en çok anladığımız -Hilmi Yavuz-

GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ

bu bir türkü: - toprak çanaklarda güneşi içenlerin türküsü! bu bir örgü: - alev bir saç örgüsü! kıvranıyor; kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor esmer alınlarında bakır ayakları çıplak kahramanların! ben de gördüm o kahramanları, ben de sardım o örgüyü, ben de onlarla güneşe giden köprüden geçtim! ben de içtim toprak çanaklarda güneşi. ben de söyledim o türküyü! yüreğimiz topraktan aldı hızını; altın yeleli aslanların ağzını yırtarak gerindik! sıçradık; şimşekli rüzgâra bindik!. kayalardan kayalarla kopan kartallar çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını. alev bilekli süvariler kamçılıyor şaha kalkan atlarını! akın var güneşe akın! güneşi zaptedeceğiz güneşin zaptı yakın! düşmesin bizimle yola: evinde ağlayanların göz yaşlarını boynunda ağır bir zincir gibi taşıyanlar! bıraksın peşimizi kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar! işte: şu güneşten düşen ateşte milyonlarla kırmızı yürek yanıyor! sen de çıkar göğsünün kafesinden yüreğini; şu güneşten düşen ateşe fırlat; yüreğini yürekleri...

5TE DEVRE 10DA BİTER

Geçmişin net hatıralarından biriydi. Yerli malı haftasıydı, hatırlıyorum. Koca şehre kendini kabul ettirmeye uğraşan mahallelerden birinde, kırık dökük bir ilkokulun, türlü yemişler kokan bir sınıfından içeri girdim. Çöp kovasının yanına geçip, durdum. Kimse göremiyordu beni, rahattım. Bu yaşım, geçmişini izleyebiliyordu şimdi…45-50 kadar çocuk durmadan, dinlenmeden konuşuyor, sıralar arasında geziniyorlardı. Sıraların üstü yiyecek doluydu. Zeytin yağlı dolma, üzümlü kek ve peynirli tepsi böreği bolluğu göze çarpıyordu. Kuru kayısı, pestil, kaplar içinde kuruyemişler… Sınıf, bu haliyle, küçük çapta bir mide fesadı şenlik alanını andırıyordu. Ağzına yüzüne yemek bulaşmış “cüce” ordusu ise bundan şikayetçi değildi anlaşılan. Çocukların yarattığı o tatlı karmaşaya öyle kaptırmıştım ki kendimi, sınıfın kapalı perdelerinden sıyrılıp da yüzüme vuran gün ışığı ile kendime gelebildim ancak. Işığın vurduğu yöne baktığımda, masasının ardında, o hep hatırladığım yüzüyle öğretmenimi gördüm. 20 yıl...

dünyanın en tuhaf mahluku

akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin. midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat. ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef. koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf. ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, — demeğe de dilim varmıyor ama — kabahatın çoğu senin, canım kardeşim! -Nazım Hikmet-

Arkadaşım Badem Ağacı

Sen ağaçların aptalı Ben insanların Seni kandırır havalar Beni sevdalar Bir ılıman hava esmeye görsün Düşünmeden gelecek karakış.. Acarsın çiçeklerini .. Bense hayra yorarım gördüğüm düşü... Bir güler yüz bir tatlı söz.. Açarım yüreğimi hemen Yemişe durmadan çarpar seni karayel Beni karasevda Hem de bilerek kandırıldığımızı Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza Koş desinler bize şaşkın Sonu gelmese de hiç bir aşkın Açalım yine de çiçeklerimizi Senden yanayım arkadaşım Havanı bulunca aç çiçeklerini Nasıl açıyorsam yüreğimi Belki bu kez kış olmaz Bakarsın sevdan düş olmaz Nasıl vermişsem kendimi son sevdama Vur kendini sen de bu güzel havaya -Aziz Nesin-

dark side of the sea -onüç-

elma..elmanın kurtlu tarafı..kurdun kendisi..kurdun koca bir kenti kendi etrafında..sormadın kimseye içeri girer mi diye..sormadın..vatandaşı olur mu kimse bu boktan şehrinin..çünkü sevmedin onları..sevemedin..her gelen bir anı bıraktı sende..bir "an" bıraktı..görmedin..göremedin..görmek istemedin.. küçüksün diye vurmadılar sana..kıymadılar en değerli yanlarına..saygı duydular onlar belli belirsiz çalan müziğin ardından..kaygı duydular incinmenden..üstüne vazife olmayanları, ve de zaten pek yakışmayanları giymiş senden..kaygı duydular..senden..çekindiler..indiler en derinine..inmeye meylettiler..beceremediler..bilemediler sana giden yolda an be an eksildiler..sen atttıkça onlar eksildiler..işte bu yüzden, bitmeye yakın seni terk ettiler..

Halil Cibran'dan

dostum, güneşe bak, toprağa bak, suya bak, buluta bak; fakat, arkana bakma.... kimin geldiği önemli değil, kimin gelmediği de... unutma, yolcu değişir, yol değişir, ama menzil değişmez. yolcuya bakıp, yolunu tanıma. yola bak, yolcuyu tanı, yolcu hakkındaki kıymet hükmünü ona göre ver. vahim olan, yolun yolcusuz olması değil; asıl vahim olan yolcunun yolsuz olmasıdır; yolsuz, hedefsiz, amaçsız, şaşkın, hercai ve seyyal..... "en doğru yol: en dikensiz yoldur" diyenler seni aldatıyorlar. onlar, karanlık evlerinde kaybettiklerini sokak lambasının altında arayan şaşkınlardır. aldırma.... ayağına batan dikenler, aradığın gülün habercisidir. dikenine katlanmaktan söz edenler, aşıkmış gibi davrananlardır. gerçek aşık olanlarsa, dikenini de sever. dostum, yollar yürümek içindir. fakat, şu gerçeği de hiç unutma: yürümekle varılmaz, lakin varanlar yürüyenlerdir. yol boyunca; yola çıkıp da yürümeyenleri, yola oturup, gelen-geçenin ayağına çelme takanları, yoldan metafizik uyuşturucularla...

delisin..deniz..delisin

"gitmek mi delisin, beklememdir burada deniz. gitmek gibi geleceğim denizin delisine delinin denizi gibi o ne kadar giderse..." -özdemir asaf-

Edip Cansever'den

"...bu gemi ne zamandır burada çoktan boşaltmış yükünü, gecede olmuş rıhtım da bomboş mavi bir suyun düşünü uyutur bir tayfa arkada, güvertede ah neresinden baksam sessizlik gene yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye içerde üç beş kişi, yalnızlık üç beş kişi bir kadeh rakı söylerim kendime bir kadeh rakı daha söylerim kendime söyle be, ne zamandır burada bu gemi belki yarın gidecek, başka bir anı gelecek bir başka anının yerine insan ağlamaz mı bazen bakıp bakıp kendine..."

gidiyorsun..

gidiyorsun: bütün ışıklarımı göndersem seninle aydınlanır mısın? gidiyorsun: bütün sevinçlerimi göndersem seninle mutlanır mısın? gidiyorsun: bütün hüzünlerimi göndersem seninle üzülür müsün? gidiyorsun: bütün acılarımı göndersem seninle yıkılır mısın? ben üzüntülü ve yıkık kalırken sen aydınlık ve mutlu git ışıklarımla ve sevinçlerimle: üzülme yıkılma aydınlan mutlu ol. bırak bana, hüzünleri, üzüntüleri acıları, yıkımı— al götür ışıkları, aydınlığı sevinçleri, mutluluğu. gidiyorsun: bütün kendimi göndersem seninle götürür müsün? -oruç aruoba-