Gücendiğim Kar - Bir Evde Kalış Güncesi -
"Ne yorgun uyandım
Gün uyanmamışken daha
Sanma bir sana gücendim
Ne sen örttün üstümü
Ne ölümlü bir başka"
Sabah gözümü derin bir umutsuzlukla açmıştım. Dünden kalan baş ağrısını kanepede bırakıp da kalkmak için bir hamle yaptım. Başarısız oldum. Sonra, bir hamle daha...Perde kapalıydı. Her zamanki miskinliğimi attım üstümden. Araladım perdeyi. Saat henüz 05.30'du. The Beatles - Norwegian Wood çalıyordu az mobilyalı evimde. Evimin duvarlarında. Kafamda. Kafamın duvarlarında. O an, bunu yazmak geldi aklıma. Murakami'nin İmkansızın Şarkısı gibi yazayım dedim. Müzikler, bir günlük hikaye. Bir anlık. Sonra, dışarı baktım. Kar yağmıştı epeyce, çevre il ve ilçelerce pek de İzmir sayılmayan yerde. Ortasındaydım. Kafamda bir hara vardı, her yerde atlar. Fil memleketimin hayvanı değildi ve bu konunun dışındaydı. Sugababes - Overload dedi buzdolabının arkasından. Bir sigara yakmış yağan karı izliyordum. Ne güzeldi, beyaz. Şimdilik çok güzeldi. Melodik yağıyordu, çocukluktan...Erişkinliğime. Temiz havayı içime -bir takım kimyasallarla beraber- çekerken, bu bembeyazlık ürküttü beni. İçimde bir tren tünele girdi. Çıkmak bilmedi. İkinci albümlerinden uykulu bir selam gönderdi Mor ve Ötesi - Beyaz. Aldım selamı, bir sigara daha yaktım. Arka arkaya ne çok yaktım bir şeyleri. İyi ki yaktım. İyi ki oldu. Ölmeseydim olmazdım. Az önce tersine varoluşu icat ettim. Şimdi, bildiğimi unuttum. Yirmili yaşların olanca artizliğiyle yazılmış şarkılar gibi poz kestim durmaksızın yağan kara. Yere düşen taneler kaldırıma adımı yazdı: "İyi ki varsın". Doğa anamın bu numarasını yemedim. Kara bir gün olabilirdi bugün. Evden çıksam da çıkmasam da. Klavyesiyle ve sırtında brutal vokaliyle İskandinav bir Noel Baba kondu balkona, gecikmiş. Dilinde bir türkü; Amorphis - Black Winter Day. "Amma da kötümsersin be baba!" dedim tombul yanaklarına. İttim onu balkondan aşağıya. Az önceki "İyi ki varsın" yazısının üstüne düştü. Sıcak bir "İyi ki yoksun" sızdı çatlamış başından. Ruhu göğe bir gitar riffi gibi yükseldi. Na na na na. Türkü söylemek bulaşıcı sanırım. Bana sirayet etti. System Of A Down - A.T.W.A söyleyegeldi dilim. Sallanageldi başım. Ağrı da yere düştü. Düşüşünü gördü gözlerim. Düşüşüne güldü mahmur hallerim. Hissetmiyordum artık o kısacık an, hiçbir şeyi. Düşen şeyleri izlemekten başka kaygım yoktu. Kar tanesi, İskandinav bir Black Metal Baba ve Ararat nağmeleri...
Çok oyalanmıştım evde. İlk kar yağarken dışarıda olmak adettendir derdi bir yerlerde bir büyük anne. İlla ki derdi. Derdi buydu çünkü. Bu çok güzeldi. Hızlıca giyindim. İlk defa kapüşonlu bir giysim vardı ve bu da çok güzeldi. Bir yerlerde bir büyük anne ile aynı anda güldüğümüzü hissettim. Attım kendimi sokağa. İnsanı dert, rüzgarı mert memleketimin kırbacı çarptı yüzüme. Her yerde inşaat, karla karışık toz duman. Daha önce yazdıklarımda da kullandığım Dorothy'yi çıkardım cebimden. Kansaslı velet hani. Dust in the Wind söylettim saçlarından çekerek. Cebren. Kızın ahı tuttu, kayıp düşüyordum tüm o masalsı beyazlığın ortasında. En iyisi önceden tuzlanmış yol ortasından yürümekti. Zaten, bu saatte kim arabayla gezecekti? Düşündüğüm gibi olmadı. Karşıdan öldüğünden henüz haberi olmayan bir araba hızla bana doğru geldi. Plakası 10 ile başlıyordu. Gülümsedim. Bilirdim; Balıkesirli bir şoför gördün mü, en yakın bahçeye at kendini. Kimin kazandığının önemi olmayan bir tartışmaya girmeye hiç niyetim yoktu. Ben yol ortasındaydım. O, 10 plakalıydı. İkimiz de haksızdık. Pencereden eMJey teyze seslendi: "Evladım, Beat It". "Git teyze, git!" Markete sığındım. Aslında, bir bakıma kavgadan kaçtım. Sonunda dayak yiyeceğimi düşündüğüm tüm kavgalardan kaçmayı severim. Adrenalinse mesele, bu da adrenalin. Hadi hormonlarımızı döğüştürelim!
Yumurta, peynir, diş macunu, müzmin yedek bir sigara derken alışverişi bitirip marketten çıktım. Olağan dışı hava koşullarında olağan bir kesinti bekliyordum elektriğimin idaresinden. İçim bir garip oldu. Sanki tüm memurlar Bush - Letting The Cables Sleep söylüyordu. Sınırlı zamanım vardı, koşmam gerekiyordu. Hiç de öyle alright bir durum yoktu. Ayrıca, memur bey şarkıda "konuşmamız lazım" diyorsunuz ama ben yabancılarla konuşmazdım. Devletini, milletini seven bir insan olarak "ne ederseniz güzel edersiniz" diyerek kesintiyi geciktiriyordum. Yalandan. İçimde. Ne zormuş şarkının sözlerini ağzınızdan söyletmek sayın melodi geçirmez muktedir bey. Sıkıldım sizden, rica ederim gidiniz! Gençliğimin hatırasını trafolarınızla kirletmeyiniz....Bir süre sessizlik oldu. Fırsatı değerlendirip, adımlarımı hızlandırdım. Kablodan geçen elektrikten hızlı vardım evime. Bilmiyorum son mu olacak ikametgahıma. 1+1 ikiye bölünebiliyor madem, cut my life into pieces diyesim geldi anahtarı kilide sokarken. İnsan eviyle konuşur mu? Oluyormuş işte. Üstünde çok nadir yemek pişen , bir parlayıp uzunca bir süre sönük kalan ocağımdaki çaydanlık Papa Roach - Last Resort ile demledi çayımı. Çaydanlığa da selam verdim. Sanırım aklımı yitiriyordum. Buna gülümsedim. Trajedileri gülümseyerek karşılamak baş etmenin baş koşulu dedim kendime. İnanmadım. Kendime bile yalan söyledim. Bak işte buna gülmedim.
Aşk mı? Aşkolsun! Kaçtı tüm duygular İtalya'nın bir yerlerine dans ede ede. Metropollerden gelmiyor hiçbir kız döne döne. Eteklerinde taşıdıkları melodi uzaklaşmasa, o da yeterdi bana. Barbara Vitali okşuyor sırtımı Canto Di Solino'yla. Adeta pışpışlıyor kocaman adamı. Kumsalda toplanan kalabalığın arasına karışıyor. Bir görünüyor. Hep kayboluyor sonra. Ne sinir bozucu oyun! Kaybolmalar ne sevimsiz, kurtsun tamam. Çık! Sözlerin görünüyor çöp konteynırının arkasından Imogen Heap. Hide and Seek yeter artık. Haydi, çık! Tüm ünlemlerimi bu paragrafta harcadım. Sakin olmalıyım. Bu oyuna ayak uydurmazsam şayet, sızlanmayı kesmem elzem. Halbuki, yukarıda sızlanacağım demiştim. Tutarı elimden bırakmamam lazım. Ama yine de, bazen düşündüğümde...Sonsuz saklambaçların ardından Neden Dönmesin? Uzak diyarlardan. Ta ebesinin Trömsö'sünden veya Bergen'den. İçimin engizisyonunda ruhunun arındırılmasına karar verilmiş tüm duygular, bana inat dönüyor. Kalbim bir bilim adamı, sessizce "Eppur Si Muove!" diyor. Korkuya mahal yok. Ya da var. Kafam karıştı. Elimle savuşturdum tüm o duyguları odadan, birikmiş sigara dumanını dağıtır gibi. Şimdi git. İngilizce git. Just Go Ahead Now. Yürü git. Balkondan uç git. Eylem sabit, yöntemi opsiyonel. Ama dur! Fikri sabit, duygusu oynak bir bireyim ben muhtemelen. Sen söyle kırlent, ne yapsın bana? Dedi kırlent "Şunları yap ona": Hold Me, Thrill Me, Kiss Me, Kill Me!
Tut düşmeden, sıkıca sar beni. Boğ sevginle. Yavaşlat canımı. Öyle yavaşlat ki sonum hızlansın. Göremiyorken hem de, her şey bulanıklaşmışken. En güzel gülümsemenle korkut beni. Koltuktan sıçrayayım bir bakışınla. O denli içten bak içime. Ardımı gör, en çok orayı beğen. Sonrayı sev yine -bir defa daha- orada kal! Öp beni. Öp soğumadan. Bedenime eklenti ol, "güncelle" dudaklarımı. Ruhum? Boşver! Şairin dediğini değiştir de öyle yap: "Bu adam burada fuzuli / Vur kalbine de kıçından çıksın ruhi!" Gözünü kapatıp, yürekten bir bismillah ile gelişine vur. Vur ki düşeyim. Düşeyim ki tut. Tut ki sıkıca sar. Sar ki...Canımı, gündüz de uyuyabileyim.
İhtimaller denizinde yüzmekten bitap düştüm. Ki yüzmeyi de pek sevmem laf aramızda. Ruhum bedenime şey. Sertab? Neyse... Çok yorgunum. Bir sonraki piyese çıkamayabilirim. Geçenlerde 87'li bir arkadaşım piyes kelimesini 60'lardan beri duymadığını iddia etti. Üzerinde mor bir şeyler, dudağında al bir şeyler vardı, inandım. Ne diyordum? Yorgunum. Beni hiç beklemeyin, siz gidin. Yazım güzel değil zaten, seyir defterini de bu kez başkası yazsın. Dostlarım! Mavi Liman'a çıkarsam hikaye biter. Siz iyisi mi bırakın beni, yüzer gibi yapayım denizin ortasında. Çanlar çalsın tepemde, sırt üstü uzanmışken. Sizden uzakta, sevgilimden bihaber. Umudum olsun, kıyıya varmaya. Yüksek zevklerim arasında, yükselsin umutlarım. Yüzüme değen ışık daha bir parlak gelsin bana. Kışın karanlığına, hayatın kararlılığına. Peşimsıra yüzen mevsim balıkları -isimleri Pink ve Floyd olsun- High Hopes söylesin bana. Yeşerteyim umudu içimde sizsiz yine de, salatasız elbette. Canlı kalsın her şey, tam düşmeden önce.
Sırt üstü yüzmesi kolay. Dinlendirici. Su yutma riski asgari. Yine de yuttum. Denizimde bir şey var belli. Ne diyeceğimi unuttum. Aşk şarkısı sandığım bir kimyasala övgüye tutundum. Asetanhidritten doğan, cennetten düşen bir DeLorean parçası demek şimdi ismin. Ben kısaca umut diyorum bu yanlış anlamaya. Golden Brown çalıyor radyodan, son plutonyumu harcayacak kadar göz kara. Filmler, müzikler, doğa benden yana. Ben-i Adem beni yalnız bırakmış olsa da. Bıraksınlar. Gitsinler. Ne yapalım? Pazara gidelim, gramafon alalım. Pazara gidip gramafon alıp ne yapalım? Sibel Egemen - Yalnız Adam diye ortalasın, Van Persie uçan kafası ile topu adrese yollayalım. Takılıp düşeceğiz illa ki, kendi başımıza kalkalım. Kimseye kayın ve de maun muamelesi yapmayalım. Baston değil onlar, insan insan! "Yalnız, yalnız bey; çoğul konuştuğunuz zaman herhangi biri gibi çok sevimsiz oluyorsunuz. Demedi demeyin. Vazgeçin bu huyunuzdan. Kendinizi öyle çok da önemsemeyin. Toplumun çatlaklarından sizin gibi sızan çok var. Eddie Vedder - Society'cilik oynayacağım diye nehri hesaplayamayınca boğulmayın sonra denizi geçip. Umarım toplumun siz olmadan yalnız kalacağı romantizmine sırtınızı dayamazsınız. Çünkü, tanıyorum sizi, gerçeği fark edince dayanamazsınız" İç sesim de dile gelip kavga edince "Hah!" dedim. Ben oldum (noktaları eksik). Tasavvufa inat, ne de kolay öyle oldum demek. Sakin tabiatıma ters bu çıkış. Bu benim dilim değil. İçimdeki şeytan söyletiyor bunu bana. Zor zamanlarda sığındığım liman. İçimdeki o habis lupus. Kafiye olsun diye değil. Parazitim kemiriyor beni, kendi semirirken. Gitmelisin. Vücut dilimle beslen. Bak ne diyor: The Offspring - Gotta Get Away. Gitmelisin. Gitmezsen Omen gelir, aman! Sağa sola selam verir, The Prodigy'den selam getirir. Beni güldürür, seni öldürür. Lüküs kamarada 1980 öncesi bir film döndürür. En korkulusundan. Dalga sesine dalmış nazik kulakların kaldıramaz bu yükü. Anlayamazsınız. Elektro-bişey bu müzik. Benim de kafam kaldırıyor sayılmaz. Bu son dediğim sayılmaz. Yine de ufaktan git sen...
Aslında biraz gitmesen. Belki harmanlarım bir şeyleri. Yenilebilir, sunulabilir bir hale getirebilirim. Aslında biraz gitmeseniz. Kadıköy'de bir pasajdan çıkıp, uyku öncesi size 1000 in the Eastland okuyabilirim. Hz.Hamza hidden track bu masalda. Vahşi kalbini çalmadan hemen önce çalıyor ya. (Bkz: Çalmak fiili üzerine düşünceler)......Yine derin bir sessizlik oldu. Ne yaparsam yapayım gideceksiniz değil mi? Oysa ben...Jarre'dan aldığım eli, Gözübüyük ile buluşturmuştum sizin için. Ama, siz gidin. İşiniz var. Ne zaman arasam çok yoğunsunuz. Ne kadar da koşturuyorsunuz. Yine de önce "hay hay"lı kısımda beraberce el çırpalım. Hep varmışız gibi. Bu büyüyü bozmayalım. Tamam biliyorum. Belki Alışmam Lazım. Ancak, en azından bunu yapabilelim. Yaparız değil mi? Görmeden inanmam. Beynim başım patlar mazallah. Ya üzerinize sıçrarsa? Yağmayın üstüme retorik kar(n) taneleri. Yağmasın üstünüze. Bir tek ben yokum. Bir tek ben. Katlanmam lazım. Belki...
Kötü başlayan şeyler de güzel bitebilir. Bugün gibi. Bir önceki gün gibi. Gün gibi. Mükemmel bir gün gibi. Söyle yarısı bitmiş alüminyum kutu, sen söyle. Back vokal yap Lou Reed'e. Perfect Day değil de nedir bu? Dert tasa geride, bir önceki paragrafta cümlede. Hafıza-i beşer, nisyan ile malüldür. İsyan ile belki de. Ne güzeldir unutmak. Unut sen de. İç sangria sev güzel, varsa akl-ı şuurun. Dünya kupası futbol oyunundan hediye bir şarkıdır güne bakışın, umudun: Blur - Song 2 (Woo Hoo)
Epilog: Kapanışı da film gibi yapayım istedim bu benzersiz eserim için. Yatmadan evvel siz de bir doz alınız: Radiohead - Exit Music (For a Film)
https://www.youtube.com/watch?v=eeQksRHT9Yo&index=1&list=PLlPq0YOSl4sPhL8qkR3hM6IgSngz-Scjb
Gün uyanmamışken daha
Sanma bir sana gücendim
Ne sen örttün üstümü
Ne ölümlü bir başka"
Sabah gözümü derin bir umutsuzlukla açmıştım. Dünden kalan baş ağrısını kanepede bırakıp da kalkmak için bir hamle yaptım. Başarısız oldum. Sonra, bir hamle daha...Perde kapalıydı. Her zamanki miskinliğimi attım üstümden. Araladım perdeyi. Saat henüz 05.30'du. The Beatles - Norwegian Wood çalıyordu az mobilyalı evimde. Evimin duvarlarında. Kafamda. Kafamın duvarlarında. O an, bunu yazmak geldi aklıma. Murakami'nin İmkansızın Şarkısı gibi yazayım dedim. Müzikler, bir günlük hikaye. Bir anlık. Sonra, dışarı baktım. Kar yağmıştı epeyce, çevre il ve ilçelerce pek de İzmir sayılmayan yerde. Ortasındaydım. Kafamda bir hara vardı, her yerde atlar. Fil memleketimin hayvanı değildi ve bu konunun dışındaydı. Sugababes - Overload dedi buzdolabının arkasından. Bir sigara yakmış yağan karı izliyordum. Ne güzeldi, beyaz. Şimdilik çok güzeldi. Melodik yağıyordu, çocukluktan...Erişkinliğime. Temiz havayı içime -bir takım kimyasallarla beraber- çekerken, bu bembeyazlık ürküttü beni. İçimde bir tren tünele girdi. Çıkmak bilmedi. İkinci albümlerinden uykulu bir selam gönderdi Mor ve Ötesi - Beyaz. Aldım selamı, bir sigara daha yaktım. Arka arkaya ne çok yaktım bir şeyleri. İyi ki yaktım. İyi ki oldu. Ölmeseydim olmazdım. Az önce tersine varoluşu icat ettim. Şimdi, bildiğimi unuttum. Yirmili yaşların olanca artizliğiyle yazılmış şarkılar gibi poz kestim durmaksızın yağan kara. Yere düşen taneler kaldırıma adımı yazdı: "İyi ki varsın". Doğa anamın bu numarasını yemedim. Kara bir gün olabilirdi bugün. Evden çıksam da çıkmasam da. Klavyesiyle ve sırtında brutal vokaliyle İskandinav bir Noel Baba kondu balkona, gecikmiş. Dilinde bir türkü; Amorphis - Black Winter Day. "Amma da kötümsersin be baba!" dedim tombul yanaklarına. İttim onu balkondan aşağıya. Az önceki "İyi ki varsın" yazısının üstüne düştü. Sıcak bir "İyi ki yoksun" sızdı çatlamış başından. Ruhu göğe bir gitar riffi gibi yükseldi. Na na na na. Türkü söylemek bulaşıcı sanırım. Bana sirayet etti. System Of A Down - A.T.W.A söyleyegeldi dilim. Sallanageldi başım. Ağrı da yere düştü. Düşüşünü gördü gözlerim. Düşüşüne güldü mahmur hallerim. Hissetmiyordum artık o kısacık an, hiçbir şeyi. Düşen şeyleri izlemekten başka kaygım yoktu. Kar tanesi, İskandinav bir Black Metal Baba ve Ararat nağmeleri...
Çok oyalanmıştım evde. İlk kar yağarken dışarıda olmak adettendir derdi bir yerlerde bir büyük anne. İlla ki derdi. Derdi buydu çünkü. Bu çok güzeldi. Hızlıca giyindim. İlk defa kapüşonlu bir giysim vardı ve bu da çok güzeldi. Bir yerlerde bir büyük anne ile aynı anda güldüğümüzü hissettim. Attım kendimi sokağa. İnsanı dert, rüzgarı mert memleketimin kırbacı çarptı yüzüme. Her yerde inşaat, karla karışık toz duman. Daha önce yazdıklarımda da kullandığım Dorothy'yi çıkardım cebimden. Kansaslı velet hani. Dust in the Wind söylettim saçlarından çekerek. Cebren. Kızın ahı tuttu, kayıp düşüyordum tüm o masalsı beyazlığın ortasında. En iyisi önceden tuzlanmış yol ortasından yürümekti. Zaten, bu saatte kim arabayla gezecekti? Düşündüğüm gibi olmadı. Karşıdan öldüğünden henüz haberi olmayan bir araba hızla bana doğru geldi. Plakası 10 ile başlıyordu. Gülümsedim. Bilirdim; Balıkesirli bir şoför gördün mü, en yakın bahçeye at kendini. Kimin kazandığının önemi olmayan bir tartışmaya girmeye hiç niyetim yoktu. Ben yol ortasındaydım. O, 10 plakalıydı. İkimiz de haksızdık. Pencereden eMJey teyze seslendi: "Evladım, Beat It". "Git teyze, git!" Markete sığındım. Aslında, bir bakıma kavgadan kaçtım. Sonunda dayak yiyeceğimi düşündüğüm tüm kavgalardan kaçmayı severim. Adrenalinse mesele, bu da adrenalin. Hadi hormonlarımızı döğüştürelim!
Yumurta, peynir, diş macunu, müzmin yedek bir sigara derken alışverişi bitirip marketten çıktım. Olağan dışı hava koşullarında olağan bir kesinti bekliyordum elektriğimin idaresinden. İçim bir garip oldu. Sanki tüm memurlar Bush - Letting The Cables Sleep söylüyordu. Sınırlı zamanım vardı, koşmam gerekiyordu. Hiç de öyle alright bir durum yoktu. Ayrıca, memur bey şarkıda "konuşmamız lazım" diyorsunuz ama ben yabancılarla konuşmazdım. Devletini, milletini seven bir insan olarak "ne ederseniz güzel edersiniz" diyerek kesintiyi geciktiriyordum. Yalandan. İçimde. Ne zormuş şarkının sözlerini ağzınızdan söyletmek sayın melodi geçirmez muktedir bey. Sıkıldım sizden, rica ederim gidiniz! Gençliğimin hatırasını trafolarınızla kirletmeyiniz....Bir süre sessizlik oldu. Fırsatı değerlendirip, adımlarımı hızlandırdım. Kablodan geçen elektrikten hızlı vardım evime. Bilmiyorum son mu olacak ikametgahıma. 1+1 ikiye bölünebiliyor madem, cut my life into pieces diyesim geldi anahtarı kilide sokarken. İnsan eviyle konuşur mu? Oluyormuş işte. Üstünde çok nadir yemek pişen , bir parlayıp uzunca bir süre sönük kalan ocağımdaki çaydanlık Papa Roach - Last Resort ile demledi çayımı. Çaydanlığa da selam verdim. Sanırım aklımı yitiriyordum. Buna gülümsedim. Trajedileri gülümseyerek karşılamak baş etmenin baş koşulu dedim kendime. İnanmadım. Kendime bile yalan söyledim. Bak işte buna gülmedim.
Bu gece uzun olacaktı besbelli. Az önce listemde saymadığım toplumsal yaşantımıza mugayir gazlı içeceklerden birini açtım, oturmakla uzanmak arası ebedi pozisyonumu aldım. Bekledim. Gelecek soğuk geceyi. Gecenin içinden sızlanmayı/seslenmeyi. İçeceğin buğusu sehpa üzerine The White Stripes - In The Cold, Cold Night gibisinden sızdı. Ya da bana öyle geldi. Tüm diğer öncekiler gibi. Neyse...Bekledim, gece gelecekleri. Gelmeyeceğini bildiklerimi. Çoğul konuştuğum için gelemiyordur o Voltron. Kim ister ki bir şeyin bacağı olmayı? Retorik sorular yağıyor, açık pencereden içeri. Yeni oturdum kanepeye, hiç kalkamam. Kalkamam dedim de akşam biraz sevişsem mi? Biraz sevişmek dediğim her neyse. Yüzü Sneaker Pimps - Bloodsport'lum gelsin. Annem kilometrelerce uzaktan kulağımı çeksin:
"...sex and love is not a game
a game is something you can win
maybe something kind of fun
cause love is just a blood sport, son..."
a game is something you can win
maybe something kind of fun
cause love is just a blood sport, son..."
Aşk mı? Aşkolsun! Kaçtı tüm duygular İtalya'nın bir yerlerine dans ede ede. Metropollerden gelmiyor hiçbir kız döne döne. Eteklerinde taşıdıkları melodi uzaklaşmasa, o da yeterdi bana. Barbara Vitali okşuyor sırtımı Canto Di Solino'yla. Adeta pışpışlıyor kocaman adamı. Kumsalda toplanan kalabalığın arasına karışıyor. Bir görünüyor. Hep kayboluyor sonra. Ne sinir bozucu oyun! Kaybolmalar ne sevimsiz, kurtsun tamam. Çık! Sözlerin görünüyor çöp konteynırının arkasından Imogen Heap. Hide and Seek yeter artık. Haydi, çık! Tüm ünlemlerimi bu paragrafta harcadım. Sakin olmalıyım. Bu oyuna ayak uydurmazsam şayet, sızlanmayı kesmem elzem. Halbuki, yukarıda sızlanacağım demiştim. Tutarı elimden bırakmamam lazım. Ama yine de, bazen düşündüğümde...Sonsuz saklambaçların ardından Neden Dönmesin? Uzak diyarlardan. Ta ebesinin Trömsö'sünden veya Bergen'den. İçimin engizisyonunda ruhunun arındırılmasına karar verilmiş tüm duygular, bana inat dönüyor. Kalbim bir bilim adamı, sessizce "Eppur Si Muove!" diyor. Korkuya mahal yok. Ya da var. Kafam karıştı. Elimle savuşturdum tüm o duyguları odadan, birikmiş sigara dumanını dağıtır gibi. Şimdi git. İngilizce git. Just Go Ahead Now. Yürü git. Balkondan uç git. Eylem sabit, yöntemi opsiyonel. Ama dur! Fikri sabit, duygusu oynak bir bireyim ben muhtemelen. Sen söyle kırlent, ne yapsın bana? Dedi kırlent "Şunları yap ona": Hold Me, Thrill Me, Kiss Me, Kill Me!
Tut düşmeden, sıkıca sar beni. Boğ sevginle. Yavaşlat canımı. Öyle yavaşlat ki sonum hızlansın. Göremiyorken hem de, her şey bulanıklaşmışken. En güzel gülümsemenle korkut beni. Koltuktan sıçrayayım bir bakışınla. O denli içten bak içime. Ardımı gör, en çok orayı beğen. Sonrayı sev yine -bir defa daha- orada kal! Öp beni. Öp soğumadan. Bedenime eklenti ol, "güncelle" dudaklarımı. Ruhum? Boşver! Şairin dediğini değiştir de öyle yap: "Bu adam burada fuzuli / Vur kalbine de kıçından çıksın ruhi!" Gözünü kapatıp, yürekten bir bismillah ile gelişine vur. Vur ki düşeyim. Düşeyim ki tut. Tut ki sıkıca sar. Sar ki...Canımı, gündüz de uyuyabileyim.
İhtimaller denizinde yüzmekten bitap düştüm. Ki yüzmeyi de pek sevmem laf aramızda. Ruhum bedenime şey. Sertab? Neyse... Çok yorgunum. Bir sonraki piyese çıkamayabilirim. Geçenlerde 87'li bir arkadaşım piyes kelimesini 60'lardan beri duymadığını iddia etti. Üzerinde mor bir şeyler, dudağında al bir şeyler vardı, inandım. Ne diyordum? Yorgunum. Beni hiç beklemeyin, siz gidin. Yazım güzel değil zaten, seyir defterini de bu kez başkası yazsın. Dostlarım! Mavi Liman'a çıkarsam hikaye biter. Siz iyisi mi bırakın beni, yüzer gibi yapayım denizin ortasında. Çanlar çalsın tepemde, sırt üstü uzanmışken. Sizden uzakta, sevgilimden bihaber. Umudum olsun, kıyıya varmaya. Yüksek zevklerim arasında, yükselsin umutlarım. Yüzüme değen ışık daha bir parlak gelsin bana. Kışın karanlığına, hayatın kararlılığına. Peşimsıra yüzen mevsim balıkları -isimleri Pink ve Floyd olsun- High Hopes söylesin bana. Yeşerteyim umudu içimde sizsiz yine de, salatasız elbette. Canlı kalsın her şey, tam düşmeden önce.
Sırt üstü yüzmesi kolay. Dinlendirici. Su yutma riski asgari. Yine de yuttum. Denizimde bir şey var belli. Ne diyeceğimi unuttum. Aşk şarkısı sandığım bir kimyasala övgüye tutundum. Asetanhidritten doğan, cennetten düşen bir DeLorean parçası demek şimdi ismin. Ben kısaca umut diyorum bu yanlış anlamaya. Golden Brown çalıyor radyodan, son plutonyumu harcayacak kadar göz kara. Filmler, müzikler, doğa benden yana. Ben-i Adem beni yalnız bırakmış olsa da. Bıraksınlar. Gitsinler. Ne yapalım? Pazara gidelim, gramafon alalım. Pazara gidip gramafon alıp ne yapalım? Sibel Egemen - Yalnız Adam diye ortalasın, Van Persie uçan kafası ile topu adrese yollayalım. Takılıp düşeceğiz illa ki, kendi başımıza kalkalım. Kimseye kayın ve de maun muamelesi yapmayalım. Baston değil onlar, insan insan! "Yalnız, yalnız bey; çoğul konuştuğunuz zaman herhangi biri gibi çok sevimsiz oluyorsunuz. Demedi demeyin. Vazgeçin bu huyunuzdan. Kendinizi öyle çok da önemsemeyin. Toplumun çatlaklarından sizin gibi sızan çok var. Eddie Vedder - Society'cilik oynayacağım diye nehri hesaplayamayınca boğulmayın sonra denizi geçip. Umarım toplumun siz olmadan yalnız kalacağı romantizmine sırtınızı dayamazsınız. Çünkü, tanıyorum sizi, gerçeği fark edince dayanamazsınız" İç sesim de dile gelip kavga edince "Hah!" dedim. Ben oldum (noktaları eksik). Tasavvufa inat, ne de kolay öyle oldum demek. Sakin tabiatıma ters bu çıkış. Bu benim dilim değil. İçimdeki şeytan söyletiyor bunu bana. Zor zamanlarda sığındığım liman. İçimdeki o habis lupus. Kafiye olsun diye değil. Parazitim kemiriyor beni, kendi semirirken. Gitmelisin. Vücut dilimle beslen. Bak ne diyor: The Offspring - Gotta Get Away. Gitmelisin. Gitmezsen Omen gelir, aman! Sağa sola selam verir, The Prodigy'den selam getirir. Beni güldürür, seni öldürür. Lüküs kamarada 1980 öncesi bir film döndürür. En korkulusundan. Dalga sesine dalmış nazik kulakların kaldıramaz bu yükü. Anlayamazsınız. Elektro-bişey bu müzik. Benim de kafam kaldırıyor sayılmaz. Bu son dediğim sayılmaz. Yine de ufaktan git sen...
Aslında biraz gitmesen. Belki harmanlarım bir şeyleri. Yenilebilir, sunulabilir bir hale getirebilirim. Aslında biraz gitmeseniz. Kadıköy'de bir pasajdan çıkıp, uyku öncesi size 1000 in the Eastland okuyabilirim. Hz.Hamza hidden track bu masalda. Vahşi kalbini çalmadan hemen önce çalıyor ya. (Bkz: Çalmak fiili üzerine düşünceler)......Yine derin bir sessizlik oldu. Ne yaparsam yapayım gideceksiniz değil mi? Oysa ben...Jarre'dan aldığım eli, Gözübüyük ile buluşturmuştum sizin için. Ama, siz gidin. İşiniz var. Ne zaman arasam çok yoğunsunuz. Ne kadar da koşturuyorsunuz. Yine de önce "hay hay"lı kısımda beraberce el çırpalım. Hep varmışız gibi. Bu büyüyü bozmayalım. Tamam biliyorum. Belki Alışmam Lazım. Ancak, en azından bunu yapabilelim. Yaparız değil mi? Görmeden inanmam. Beynim başım patlar mazallah. Ya üzerinize sıçrarsa? Yağmayın üstüme retorik kar(n) taneleri. Yağmasın üstünüze. Bir tek ben yokum. Bir tek ben. Katlanmam lazım. Belki...
Kötü başlayan şeyler de güzel bitebilir. Bugün gibi. Bir önceki gün gibi. Gün gibi. Mükemmel bir gün gibi. Söyle yarısı bitmiş alüminyum kutu, sen söyle. Back vokal yap Lou Reed'e. Perfect Day değil de nedir bu? Dert tasa geride, bir önceki paragrafta cümlede. Hafıza-i beşer, nisyan ile malüldür. İsyan ile belki de. Ne güzeldir unutmak. Unut sen de. İç sangria sev güzel, varsa akl-ı şuurun. Dünya kupası futbol oyunundan hediye bir şarkıdır güne bakışın, umudun: Blur - Song 2 (Woo Hoo)
Epilog: Kapanışı da film gibi yapayım istedim bu benzersiz eserim için. Yatmadan evvel siz de bir doz alınız: Radiohead - Exit Music (For a Film)
https://www.youtube.com/watch?v=eeQksRHT9Yo&index=1&list=PLlPq0YOSl4sPhL8qkR3hM6IgSngz-Scjb
Comments