Pisi

 Miyav! Cılız bir ses yükseldi kocaman binaların arasından. Normaldi. Küçük bir kediydim ben. Ama cidden küçücük. Bir masa tenisçisinin avuç içine sığacak kadar küçük. Kaç günlüktüm bilmiyorum ancak fazlasıyla kaşınıyordum. Etimi ısıran onlarca dişin kime ait olduğunu çok sonradan öğrenecektim. Acı bir şekilde. Gözlerimi açtığımda ilk iş annemi aradım. Yaşamın devamı için anne mühim, her şeyin kaynağıydı o. Kafamı hafifçe kaldırdım ve baktım etrafa çaresizce. Etrafta çeşit çeşit renkte bir sürü kedi vardı ancak hiçbiri annem değildi. Üstelik sadece ben onları gözlemlemiyordum, onlar da bana garip bir hisle bakıyorlardı. Yemeklerine ortak olacak değildim. Demiştim; küçüktüm bunun için. Henüz cinselliğimi de keşfedecek yaşta değildim. E peki neydi bu öfkenin temeli? Korktum. Yünden bir top gibi içime çekildim. O ara tüylerimi fark ettim, pek güzelmiş. Yalayıp temizlenmeye koyuldum.

Kendimi kaybetmiş olmalıyım temizlik sırasında başımda bir karaltı ile kendime geldim. “Sen yenisin sanırım?” dedi kocaman kafası olan sarı siyah, kirli bir kedi. Bana kalsa yüz yaşında gibi hissediyordum ancak evet yeniydim. Basit bir miyav ile geçiştirmek istedim onu. Olmadı. Patisiyle dürttü beni ne kadar hızlı kaçabileceğimi görmek için sanırım. Kaçamadım tabii. Bacaklarım idmansızdı. Hırpalandım haliyle. İçgüdüsel kükremelerimi -ki duysanız sevimli gelir- saymazsak pek de karşı koyabildim sayılmazdı. Sıkıldı sonra sarı siyah kedi beni dövmekten. Dişine göre değildim, öte yandan esaslı bir rakip de değildim. Yavaşça doğruldum yattığım yerden. Anladım ki annem burada değildi, hareket etmeliydim. Ettim…

Gürültüsü az bir sokaktı burası. Garip garip yapılar yükseliyordu ama sağlı sollu. Yeşil renk bulmak için yokuşu tırmanmak ve kapısında bekçi olan yeri geçmek gerekiyordu. Gri binalarla çevrili gri bir zeminde yürüyordum. Arada gürültüyle bazı büyük makineler geçiyordu yanımdan. Hızla. Bomboş yolda, hızla. Bir yere yetişecekmiş gibi. Bir yemeğin peşinden gitmiyorsa niye acele ediyordu hiç anlam verememiştim. Yemek dedim ya, acıkmıştım biraz. Sağa sola bakındım. Annemi düşündüm ama artık aramaktan vazgeçmiştim. Kendi başıma var olmalıydım. Az ilerde birkaç kedi gördüm, bir poşeti parçalıyorlardı. Koştum hemen. Kesin lezzetli bir şeydi. Parçalanmış poşetin sonuna yetiştim. Kekik ve karabiber ile marine edilmiş, ekşimiş et parçalarıydı bunlar. Nereden biliyorsun diye sormayın, anne karnından aşinaydım demek ki. Anne sütü gibi gelmişti. Çok kısa bir süre cenneti yaşamıştım. Ta ki tek gözü cam simsiyah bir kedi ensemden ısırıp beni kenara savurana dek. Anlamıştım, hakkım olmayana haksızca dalmıştım. Karnım açtı ama. Sadece bir parça et yiyebilmiştim. Geri çekilmek işime gelmedi, bir hamle daha yaptım. Cam gözlü beni öyle bir tokatladı ki anlatamam. Karşı kaldırıma yapıştığımı hatırlıyorum en son. Bayılmışım.

Saatler sonra uyanmış olmalıyım. Hava kararmış ve ortada bizden dediğim -inatla sahipleniyordum dayak yesem de- kimse kalmamıştı. Üç beş sallanan insan ve gece vakti de olsa hızla geçen birkaç araba dışında sessizdi ortalık. En azından bizimkiler yoktu. Sanırım yeterince doymuşlardı. Ancak ben açtım…Hem sevgiye hem de cidden yahu! Gurulduyordu midem. Küçük olduğuma bakmayın, dünyayı ısıra ısıra yiyecek kıvamdaydım. Bir süre dolandım boş sokaklarda. Mahallemi de tanımış oldum böylece. Yeterince büyürsem ve şansa canlı kalırsam muhtar seçeceklerdir sonunda. Ancak, hala açtım. Bilirsiniz her devlet görevlisi kadar. Açtım. Gri yükseltiler etrafında dolanmaya başladım bu yüzden. Tepemde yer yer sarı bir ışık aydınlatıyordu yolumu. Hoş, aydınlatmasa ne gam, ben bir şekilde bulurdum yönümü…

Çok bina gezdim, çok bahçe deştim. Yine de sakinleştiremedim midemi. Herkes her şeyi kemiğine kadar yiyor muydu yoksa? Ne biçim bir zamana doğmuştum ben! Anne karnında dinlediğim masalları hatırladım birden. Deli kadın aradım, elinde mama dolu torba, gözünde sıfır fer, yüreğinde sıfır inanç. Annem bana karnındayken Makaveli – Hit ‘em up dinletmişti. Belki de bu nedenle biraz acımasızdım. Ya da sadece hayatta kalmaya çalışıyordum. Pırasa saçlı kimseyi üzmek istemem, açken dahi. Umarım üzmem ölene kadar. Umarım o kadar uzun yaşayabilirim.

Aksak yanıp sönen bir sokak lambası altında henüz deşilmemiş bir poşet fark etmiştim. Gücümü zorlayarak eriştim oraya ve şahane bir akşam yemeği ile karşılaştım. Muhtemel başarısız bir ilk buluşmadan kalan lazanya parçaları selamlamıştı beni. Cennetten düşen ilk lazanya parçasıydı bu. Adını da yeni evli çiftler koymalıydı. Deli gibi yedim. Herhangi bir adab-ı muaşerete dahil olmadan, Erol Taş gibi yedim. Arada nara atmış olabilirim. Ev halkları “yine azdı bu kediler” diyorsa bence bir daha düşünmeli. Her şey seks değil, biraz da lazanya. Ne güzel doydum ama!

Şiş karınla ve mutlu bir yüz ifadesiyle yuvarlandım bir süre yerde. Sonra kaşıntı yine başladı. Etimden et koparıyorlardı sanki. Neydi ulan bu neydi? Derken karşı kaldırımdan yaşlıca bir kedi, pek pejmürdeydi hali, seslendi bana: “Pire onlar, pire. Yıkanmazsan kaşınırsın habire”… Şair kediye denk geldiğime mi güleyim, tatlı tatlı kaşındığıma mı sinirleneyim bilemedim. Yol kenarında fen işleri müdürlüğünün açık bıraktığı çukura atıverdim kendimi. Allahtan bir gün önceden yağmur yağmıştı. Bu ne güzel jakuziydi. Suyu sevmem normalde, hiçbir kedi sevmez. Ancak, olağanüstü haller olağanüstü çözümler gerektirir. İnsanlık tarihi de bunu -inandığından değil- zorunluluktan bilir. Neyse, yıkandım. Pir-ü pak oldum. Tüylerim bir yıldız gibi parlıyordu her ışık değdiğinde. Karnı yok ve temiz bir kedi olarak yapacağım tek şey kalmıştı: Uyumak.

Bir günlük tecrübemle diyebilirdim ki bu dünyada uyumak öyle pek de güvenli değildi. Hep ayık olmak ise bedenen mümkün değildi. Bir delik, bir sığınak bulmak…Kulağa en mantıklı gelen buydu. Küçüktüm ama salak değildim. Daha birkaç yıl görmeliydim. Işıklı yollardan yürüyerek açık bir pencere aradım. Hava o kadar soğuk olmasa da sabaha kesin ayaz vururdu. Vurmasın diyeydi tüm çaba işte. Kırmızı bir arabanın sokağından girdim. Pek ses seda yoktu, geleni gideni olmadığı belliydi. Beyaz bir binanın arkasından dolandım. İlk katlardan birinin ışığı açıktı. Yarı açık pencereden insanı -ki ben kediyim bana bir şey olmaz diye düşündüm- sarhoş eden bir duman yükseliyordu. Yanılmışım, ben de etkilenmiştim. Bir süre dumana maruz kaldıktan sonra yalpalayarak cama çarptığımı fark ettim. Birkaç kez. İçerideki kara kuru adamın ilgisini çekmiştim sonunda. Bir süre sonra aldı beni içeriye, şarkıdaki gibi öteyim diye sanırım ama ben çok sade bir şekilde selamladım yeni ev arkadaşımı: Miyav!

Comments

Popular posts from this blog

ÇİZGİLİ ANI DEFTERİ (BİR ÇİZGİ FİLM GÜZELLEMESİ)

Fade Out (Öz gözümden)