Mavi Dönem Denemesi
Duştan çıktığımda bambaşka bir dünyaya açılmıştı sanki banyonun kapısı. Tanımadığım ama az biraz fikrimin olduğu bir dünyaya dalmıştım istemeden. Şeye benziyordu. Neydi, neydi?...Hah! Belinda! “Atıııııııf” diye bağırdım. 80’den beri sessizce bağırıyordum göğe yükselerek. Sesim zamanla daha cılız çıkıyordu. E kolay değil bu yolculuk…Bir ara kendimi tanrı sandığım bile olmuştu veyahut en azından oğlu. Bir süre yolunda giden ilişkimiz bozulduğunda şunu demiştim kendisine, gökten daha göklere:
"Yürümenin
böyle bir şey olduğunu bilseydim, bacaklarımı keserdim." dedi, bacaklarını
bıçakla doğrarken. Cümleye sakin girebilse çok daha aklı başında davranacağını
düşündüğümden elimdeki sözlüğü gırtlağından içeri soktum. Boğuluşunu izlemek
eğlenceli değildi. Çarmıha gerilmiş gibi gergin duruyordu karşımda. Etten bir
gergef, çırpınan bir yaraydı. Az biraz yer kalmış ağız boşluğundan kelimeler
yuvarlanıyordu yere. Böyle durumlarda, kelimeler yuvarlanırdı genelde. Veyahut
sürüklenirdi. Yine de bu dediğime çok itibar etmemek gerekir.
Kulağımı
ağzına yaklaştırdım. "Eli, Eli..." diyordu. Elimi uzattım. Ayağıyla
itti beni. Başını yukarı kaldırdı. Aramice başladığını Türkçe devam ettirdi.
"...beni neden terk ettin?"
Konu ben
değildim, anladım. Gökten saz takımıyla bir çilingir sofrası indi o esnada.
Klarneti üfleyen çok kötü bir bakış attı bana. Ruhuma üfledi taksimi. Bir
elinde buz kovası olan, susuz domuz sıkısı uzattı...Bana...Solist olan şarkı
istedi benden. Kıç cebimden çıkardığım bir peçeteye yazdım ilk aklıma gelen
şarkıyı. O sırada türkü dinliyordum ve üzerinize afiyet azıcık varoluşçuydum:
"Kara köprü narlıktır, güzellik bir varlıktır..." Peçeteyi yavaşça
aldı ve burnunu sildi...Bir başkasının. En çok da bu hareketi dokundu bana.
Gişesi garanti, batan bir filmin makinisti kadar içli ağladım. O anda, sol
yanımda, hırıltılarla belirdi ağzında sözlük. Hanemde şeytan. Ölmedi mi daha?
Ölmeli miydi daha? Yaşamış mıydı?... Mühim soruları art arda sıralayınca, bir
de gizli özne varsa sofrada, içim ürperiyor...Evde birileri dahi olsa!
Not: Eli,
Eli, lema şevaktani!
Aradan geçen on yılda pek de bir şeyin değişmediğini görmek
benim açımdan korkunç, hayliyle umut kırıcı. Üstelik, üstüne eklene eklene
geldi bu yabanlık hali. O banyodan bir anda çıkmadım yani. Epey uzun sürdü
demek ki. Peki ya yeterince temizlendim mi? Attım mı üstümden yılların
yüklediği pası ve kiri?
Sanmam. Bu kadar ağırlaştıysam yediğim içtiğimden olamaz.
Vardır illa ki geçmişin yükü üzerimde. Düşünce dediğin ne kadar ağırdır bilemem
ama ağırlaştırıyor düşündükçe. Eskisi kadar kıvrak değil zihnim. “Ha?” diyor
çokça, beklemediğim bir şey sorulunca. Yavaş yavaş, dibine kadar yavaş…Slow bir
motion bu, animasyonsuz. Ödülsüz, alkışsız. Yergisi de vergisi de bol gelip
geçen günlerin. Peki ne yapmalı da günü yeniden yaratmalı?... Bak ama şimdi!
Tanrıcılık yetmedi mi? Var bir parçası hala içimde, demek ki. Zaman zaman
aynayı tuttum gözüme, hay Allah, yine Ali göründü gözüme. Geçmiyor, geçemiyor…Geçmişte
içtiğim su, aldığım nefestendir belki de…
Artık onu da alamıyorum layıkıyla. Sanayide çalışmak güç, değil ki yalnız dört duvar arasında. Havası başka, suyu başka. İçten içe kemirir “iyi şeyler yapalım” diyeni…Melek ve şeytanı çarpıştırmıyoruz burada tamam ama herkes kadar kötü, herkes kadar insan da var olamaz kendi olarak burada. Dönüş dediğimiz şey tam olarak nedir? O soru hep gelir aklıma. Kime ve neye dönüşmem gerekiyor ve niye diye sorarım kendime, tam da bu noktada. Yazık değil mi geçen onca yıla bu sorularla. Parmaklarımı birleştirdim ve hareket ettirdim tam da bu anda. Bir deniz anası yüzüşü taklit ettim dakikalarca. O da çıkamadı yüzeye, ben de. Yine kimsenin kazanmadığı bir hikayenin kahramanıydım. Yetmedi mi? Yetmeli miydi? Yetecek miydi? Bilinemezdi, denemeden yine bir benzerini.
Çiçekler ekmiştim oysa içime. Miğferime değil, savaşa
karşıyım kendi içimde bile, öz benliğime. Düzenli suluyordum onları etil
alkolle. Özenle ama özenle… Kurudular, direnemediler geçen zamana. Tanrım! Ne
kadar benziyorlardı bana. Hakikatli bir nefes gerekiyordu onlara…da…Bulamadık. Önce
yavaş yavaş solup gitmelerini gözledim onların. Sonra… Korkma, bir şey olmadı
bana! Yine ayaktaydım her nasıl olduysa. Belki eskisinden daha zayıf, belki
biraz daha kısa. Rüzgar tozu almıyor yalnızca. Gücü yettiğince ne de güzel
törpülüyor insanı ama. Küçültüyor seni kavuşturana kadar o öz formuna. Emin
değilim ama sanırım bu oldu bana da…
Banyo kapısı eşiğindeyim hala. Alışmak mecburi mi bilemem
ama, zor eminim bu yepyeni hayata…bakışa. Gözlerim benim mi hala? Ya aklım,
yerinde mi saymakta? Ya geriye? Onlarca soru işareti arasında en korktuğum bu
olsa gerek. O final countdown. Düşünsene? Sürekli geriye gidiyor, düşünemezsin
işte! Melodisi güzel bir bitiş ama bitiş en nihayetinde. Arada kalan zamanı iyi
değerlendirmek peki, kimin tekelinde? Hayat benim olsa da bilirim değil benim
ellerimde. Çünkü ellerim bomboş. Fatih koş! Gökten er bir koç indir, imdadıma
koş. Kurban psikolojisinde koçu suçlamak ilk, geçsin literatüre. Yepyeni bir
hayat biçtim ya kapı eşiğinde kendime, henüz duygu da düşünce de prematüre…
Lütfen kayda geçsin bu şekilde…
21.05.2025
İdealtepe
Comments