Posts

Showing posts from 2016

Sizden Nasıl Ayrılmamı İsterdiniz?

İşten eve koşturarak gitmeyi isteyeceğim berbat bir günü daha geride bırakmıştım. Bunları uzun uzun anlatıp can sıkmaya gerek yok. Herkesin bildiği şeyleri yeni bir şeymiş gibi anlatan insanlardan tiksiniyorum diye anlatmıyorum. Sizi ben sayıyor, sizi ben görüyorum. Güzel olanlarınızı ayrı bir seviyorum. Neyse… Koşarak gitmek yorucu olacak diye uçayım dedim bu kez. Şirketin en üst katına çıktım ve rüzgara bıraktım kendimi. Süzülüyordum sakince, Sait Faik öyküsündeki mesaisini yeni bitirmiş martıyla beraber. Sanayi bölgelerinin havadan bakınca da gayet çirkin ve çekilmez olduğunu görüp gülümsedim. İçinde yaşamanın zorluğu silindi gitti ruhumdan. Martı bir laf attı, duymazdan geldim. Laflayacak halim yoktu, başımla hafifçe selam verdim. Gitti. Gitsin. Rüzgarın yüzümde yarattığı hoşluk yeter bana. Gitsin. Parmaklarımın arasında konaklayıp giden ürperti kafi. Gitti. Konuşsa mıydım acaba? Kararsızlık ;   insanın öz işkencecisi. Ayakların iki zeytinyağı tenekesinde, içinde bolca ç...

Fade Out (Öz gözümden)

2015 Haziran ayıydı. Yanına giderken aklımda bir daha görememek, görmemek, görmeyi istememek fikri vardı, hep yanında kalmak fikriyle sarmaş dolaş. Günlerdir koşuşturuyor olmaktan yorgun düşmüş ama yine de gülümseyerek, her zamanki gibi telaşlı vardım yanına. Gözlerinin içi gülüyordu. Ağzımdan çıkacak bir kelimeyi bekliyordu. Böyle düşünmek hoşuma gidiyordu aslında. Gülen gözleri ne demek istiyordu anlayamadığım çok zaman oluyordu. Buluşmadan önce telefonda biraz bahsetmiştim gideceğimden. Bir süre gideceğimden emin gülümsemişti. Çok güzel gülerdi alaycı olduğu zaman ve ben hala aşıktım bu gülüşe. “Gitmek zorundayım, buradaki hikayem tamamlandı.”dediğimde bir parıltı yere düştü yüzünden. “Yürüyelim mi biraz?”  Galata sokaklarında yürüdük sessizce bir süre. Onunla karşı kıyıda geceler boyu kaybolmalarımız geldi aklıma. Yürürken hiç yorulmaz, gideceğimiz yeri hiç bilmez, susmayı bir dakika bile aklımıza getirmezdik. Şimdi susuyor ve gideceğimiz yeri biliyorduk ikimiz de. ...

Eli...Eli...

"Yürümenin böyle bir şey olduğunu bilseydim, bacaklarımı keserdim." dedi, bacaklarını bıçakla doğrarken. Cümleye sakin girebilse çok daha aklı başında davranacağını düşündüğümden elimdeki sözlüğü gırtlağından içeri soktum. Boğuluşunu izlemek eğlenceli değildi. Çarmıha gerilmiş gibi gergin duruyordu karşımda. Etten bir gergef, çırpınan bir yaraydı. Az biraz yer kalmış ağız boşluğundan kelimeler yuvarlanıyordu yere. Böyle durumlarda, kelimeler yuvarlanırdı genelde. Veyahut sürü klenirdi. Yine de bu dediğime çok itibar etmemek gerekir. Kulağımı ağzına yaklaştırdım. "Eli, Eli..." diyordu. Elimi uzattım. Ayağıyla itti beni. Başını yukarı kaldırdı. Aramice başladığını Türkçe devam ettirdi. "...beni neden terk ettin?" Konu ben değildim, anladım. Gökten saz takımıyla bir çilingir sofrası indi o esnada. Klarneti üfleyen çok kötü bir bakış attı bana. Ruhuma üfledi taksimi. Bir elinde buz kovası olan, susuz domuz sıkısı uzattı...Bana...Solist olan şark...

O FORTUNA

"Bir dünyadaki görevinin bitip bitmediğini anlaman için işte bir ölçüt: Yaşıyorsan bitmemiştir." Mavi Tüy Benimki bitti sanırım. Sokak her zamankinden daha kalabalık göründü gözüme. Bu akşam herkes mesaiye kalmış ve ancak çıkmış olmalı. Saat kaç? Bilmiyorum. Bir yerlerde bir saat olmalı. Pervaza zor çıktım. Geri dönecek değilim. Saat kaç? En son dündü. Onu hatırlıyorum. Ayın dönekliği gibi sürekli değişiyor zaman. Ki zaten bu böyle olmalı değil mi? Demek istediğim o değil. İyi şeyler iyi olarak kalmalıydı, istediğim tek şey buydu. Bir elma mesela, bir ısırık, yalnızca küçük bir ısırık yüzünden çürümeye başlamasın isterdim. Masa üzerinde kahve rengine döndükçe o beyazlık, gözlerimin yaşarması tesadüf değil. Bilinçli bir alınganlıktan. İster miydim sanıyorsun hem o şatafatı hem peşisıra gelen yoksunluğu? Gürültülü, bol ışıklı, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen tüm o geceler, hiç gitmeyecekmiş gibi kalan tüm o insanlar...Gittiler. Sen menfur kader! Ciğerlerimi de söküp götürd...

OYUN DÜŞÜNDE KALAN

Evin kapısı ardına kadar açık. Gireni çıkanı belli değil. Dün tanıştığım iki ayyaş, kızları doldurmuş eve. Kevaşe dolu cennetim şimdi. Twister oynuyorlar. “Sol el kırmızıya...Sağ bacak yeşile...”   Başım ağrıdı eklem seslerinden. Gidin başka yerde oynayın, dağılın lan! Bu ev sınırları dahilinde ahlaka mugayir oyunlara izin vermem.   Erkekler için okey ıstakaları ve yeşil çuha var odamda. Birbirinizi kazıklamayın diye iki adet de yancı veriyorum masaya. Çaylar ve tostlar benden beyler. Yalnız maç ve fashion tv izlemek paralı. Söğüt gölgesi değil burası...Kadınlar için ise bir adet şişe ve yaşanmış aşklarım var çekyatın altında. “Cesaret mi? Gerçek mi?”   oynayabilmek için yeterli malzeme sağlanmış durumda yani. Cesaret ten anladığınız beni öpmekse ömür boyu korkak kalmanızı rica ediyorum. Gerçek liğiniz ilk ne zaman seviştiğiniz ise bakire olanları balkondan atarım. Şartlarda anlaştıysak oynamanıza izin verebilirim. Aksi takdirde kapı geldiğiniz zamanki kadar açık f...

Uyku...Biraz uyku...

“ Elini tutmayı ertelediğim o gün, gittin ya arkana bakmadan. Ellerim boşlukta kaldı hep, sensiz üşüdü ya sonra… Kestim onları…” -           Hey! Hiçbir şeyi olmayan adam! Yine kendi kendine mi konuşuyorsun? Git başımdan   carpe diem insanı! Uğraşma benimle. -           Bunu neden yapıyorsun be abi? Neden kaçıyorsun böyle? ‘Gelecek’ ise göreceği de var. Hem geleceğe bugünden hazırlanırsan, söyleyip yapacaklarını avucuna yazıp hazırda beklersen, o gün geldiğinde o zamanki senin bugünün “yapacaklarım listesi” ile başarı şansı olacak mı sanıyorsun? Gelecek korkutuyor beni. Anlıyor musun? Korkuyorum… Her şey belirsiz, flu. Ne olacağını kestirememek ürkütücü. Bu yüzden erteliyorum hayatı elimden geldiğince. Sonraki adımın ne olacağını bilememek, hazır olamamak düşüncesi korkutuyor beni.   -         ...