Eli...Eli...

"Yürümenin böyle bir şey olduğunu bilseydim, bacaklarımı keserdim." dedi, bacaklarını bıçakla doğrarken. Cümleye sakin girebilse çok daha aklı başında davranacağını düşündüğümden elimdeki sözlüğü gırtlağından içeri soktum. Boğuluşunu izlemek eğlenceli değildi. Çarmıha gerilmiş gibi gergin duruyordu karşımda. Etten bir gergef, çırpınan bir yaraydı. Az biraz yer kalmış ağız boşluğundan kelimeler yuvarlanıyordu yere. Böyle durumlarda, kelimeler yuvarlanırdı genelde. Veyahut sürüklenirdi. Yine de bu dediğime çok itibar etmemek gerekir.
Kulağımı ağzına yaklaştırdım. "Eli, Eli..." diyordu. Elimi uzattım. Ayağıyla itti beni. Başını yukarı kaldırdı. Aramice başladığını Türkçe devam ettirdi. "...beni neden terk ettin?"
Konu ben değildim, anladım. Gökten saz takımıyla bir çilingir sofrası indi o esnada. Klarneti üfleyen çok kötü bir bakış attı bana. Ruhuma üfledi taksimi. Bir elinde buz kovası olan, susuz domuz sıkısı uzattı...Bana...Solist olan şarkı istedi benden. Kıç cebimden çıkardığım bir peçeteye yazdım ilk aklıma gelen şarkıyı. O sırada türkü dinliyordum ve üzerinize afiyet azıcık varoluşçuydum: "Kara köprü narlıktır, güzellik bir varlıktır..." Peçeteyi yavaşça aldı ve burnunu sildi...Bir başkasının. En çok da bu hareketi dokundu bana. Gişesi garanti, batan bir filmin makinisti kadar içli ağladım. O anda, sol yanımda, hırıltılarla belirdi ağzında sözlük. Hanemde şeytan. Ölmedi mi daha? Ölmeli miydi daha? Yaşamış mıydı?...Mühim soruları art arda sıralayınca, bir de gizli özne varsa sofrada, içim ürperiyor...Evde birileri dahi olsa!


Not: Eli, Eli, lema şevaktani!

İzmir, 31.12.2015

Comments

Popular posts from this blog

Pisi

ÇİZGİLİ ANI DEFTERİ (BİR ÇİZGİ FİLM GÜZELLEMESİ)

Fade Out (Öz gözümden)