OYUN DÜŞÜNDE KALAN
Evin
kapısı ardına kadar açık. Gireni çıkanı belli değil. Dün tanıştığım iki ayyaş,
kızları doldurmuş eve. Kevaşe dolu cennetim şimdi. Twister oynuyorlar. “Sol el kırmızıya...Sağ bacak yeşile...” Başım ağrıdı eklem seslerinden. Gidin başka
yerde oynayın, dağılın lan! Bu ev sınırları dahilinde ahlaka mugayir oyunlara
izin vermem. Erkekler için okey
ıstakaları ve yeşil çuha var odamda. Birbirinizi kazıklamayın diye iki adet de
yancı veriyorum masaya. Çaylar ve tostlar benden beyler. Yalnız maç ve fashion
tv izlemek paralı. Söğüt gölgesi değil burası...Kadınlar için ise bir adet şişe
ve yaşanmış aşklarım var çekyatın altında. “Cesaret mi? Gerçek mi?” oynayabilmek için yeterli malzeme sağlanmış
durumda yani. Cesaretten anladığınız beni öpmekse ömür boyu korkak kalmanızı
rica ediyorum. Gerçekliğiniz ilk ne zaman seviştiğiniz ise bakire olanları
balkondan atarım. Şartlarda anlaştıysak oynamanıza izin verebilirim. Aksi
takdirde kapı geldiğiniz zamanki kadar açık fikirli size karşı. Küfretmek istemiyorum.
Terbiyeli şehriye çorbası yaptım. İçin, öyle gidin.
Çocuklar
giremez bu eve. Küf kaplamış tüm masum
oyunların üstünü. “Ebe tura çirkinlik”ten sonrası oynanamadı burada. Her şey
çirkin epeydir. Bu yüzden kapımın önünden çekin çocuklarınızı. Dut ağacımın
hudutlarından uzak durun eşek sıpaları! Burada büyümenizi istemiyorum.
Körebenin gözü açıldı bu evde. Dokuz taşın dokuzu da çalındı. Saklambaçta
gözünü yuman uyumsuz, – Gus Van Sant’a selam olsun- silahıyla ebeledi tüm
saklanamayan yavaşları. Hızlı, kurnaz ve acımasız olanlar kazandı burada. Henüz
hazır değilsiniz büyümeye. Mahzende sakladığım ipi de veremem ki size atlamanız
için. On sekiz yaşından gün almamış çocuklar asıldı onla. Elimde futbol
endüstrisine köle olmuş dokuz kat
plastikten bir top var. Onu versem yine de oynayabilir misiniz? İstop! Hiç
sanmam... Galiba en iyisi, Aksak Timur gibi ilerleyen eğitim sisteminden hatıra
bir tebeşir vermek size. Karalayın gidiş geliş dört şerit duble karayollarını
istediğiniz gibi. Seke seke uzaklaşın buradan!
Annesinden
gizli makyaj yapan, etek boyunu evden çıkınca kısaltan kızlar, bu ev okul
kantini değil! Okul basketbol takımının oyun kurucusunu başka yerde arayın,
başka yerde sığının Platon’a. İlk aşk oyunlarınız için fazlaca loş burası.
Hello Kitty ve Snoopy tişörtlerini yer bezi yaptım. Bu gerçeklik size ağır
gelir. Gidin! Ağlama duvarı yok benim evimde. Aşk acısını “Mörhöbö bön göldüm”
sesli, orantısız uzamış ergenlerin yamacında dindirin. Bana kalbiniz kadar
temiz sayfalar ayırmayın kızlar! Uçak yapabilirim onlarla. Yaş sınırı olan
yerlere gider bu uçaklar. Kapıda kalırsınız, acımam...Acımam her şart altında
kolayca akıtabildiğiniz göz yaşlarınıza. Anahtarları burada değil klişe maniler
yazılı hatıra defterlerinizin. Kuyunun başında toplanmayın boşuna. Dibinde
sınıfın en sivilceli, sessiz gençleri boğulmakta şimdi. İşinize gelmez. Pembe,
kokulu defterlerinize çizdiğiniz anatomiye aykırı kalplerin içinden geçen
oklarla vurulmuş bu gözlüklü şişkolara aldırmayın. Görmezlikten gelin
onları...Her zamanki gibi... Uzak durun bu evden! Tam kafiyeli tüm şiirleri
toplayın bahçemden. Akrostiş tekniği kullanılan “ilk harflere baksana”
şiirleriniz kusturuyor beni. İki üç metaforu adam gibi kullanmadan gelmeyin
karşıma. Arı Maya’lı silgilerinizi rendeleyin ağızıma, midemi bastırsın.
“Seviyor...Sevmiyor...” papatyalarınızla yıkayın beni! Sizlere benzememem için
çamaşır suyuna yatırın ruhumu... Okul gömleği üstüne giyilmiş triko kazaklı
masumiyetiniz öldürmeden önce beni, doğruyu söyleyin: “Tanrım! Hayat neden bu
kadar acımasız...” cümlesinin ekmeğini yemeyen kaç kişi var aranızda?
İhtiyarlara
yer yok! Yaşlılar için de çok uygun bir yer değil burası. Bir kere fazlaca
gürültü patırtı oluyor gün içinde. Bu yetmezmiş gibi, bir de sürekli
eleştirilebilecek yaşam formları dolaşıyor ortalıkta. Günaşırı “Gençlik nereye
gidiyor azizim?” tarzı sohbetler çapsın istemiyorum iç duvarlarıma. Girme teyze
boşuna bahçe kapısından içeri. Senin birinci çinkoların var allı yeşilli. Sırf
bu yüzden, koca bir yıl boyunca tek gün gülebiliyorsa o nemrut çehren, girme
içeri! Scrabble tahtasına “Tahattur” kelimesini yazabilen rahatsız amca, son
kez hatırlatacağım, rahat dur! “Angaje olayım yeni nesile, değil mi evladım?”.
Hahah...Yok be amca! Emekli büyükelçi lügatıyla karışamazsın aramız(d)a.
Şimdilik bana karışma yeter. Zamanında alamadığın Valikonağı Caddesi’ni bana
aldırmaya çalışma Monopoly’de. Kazandığım paralarla strip poker oynayacağım
ben. Eğer her pot artırmada tutacaksan elimi stirrrip...poker...Samimiyetten
maraz doğdu. Çok içlidışlı olduk. Sana “ihtiyar” diyeceğim artık cinsiyetten
bağımsız olarak. Uzaklaşmalısın buradan ihtiyar! Briç oynamayı bilmeyenlerle
aranda köprü kurmuyorsun sen. Benimse dağda terkedilmiş bir satranç tahtası
üstündeki çoban matı ile hamlem eşit. Hayatın boyunca senden farklı olana,
senden sonrakine tahammül göstermedin ki!
Oysa ki
oyunun final sahnesi olmanın nasıl bir ağırlık olduğunu ben de biliyorum.
Yaratılışım gereği ben de oraya yürüyorum zaten. Ama saat tahmin edilenden
hızlı akıyor. Karşılaşamayacağız galiba yolda. Sen gidiyorsun...Hem de ben
istemeden. Pamuklar? Hazır! Oyun?
Bitsin!
Büyümüş
de küçülmüş uyuz çocuklar, eğilip bükülmüş çocuk ihtiyarlar, zıplayarak yürüyen
– sistemin damarlarından taşan- ergen gençler, apış arası olgunları, takım
elbise müptelaları, “Bir ara mutlaka görüşelim” gazelhanları...Puzzle’ın irili
ufaklı parçaları! Büyük resmi tamamlayacak son dört parça bende. Evden
çıkabilirsem verebilirim size. Ya çıkmazsam? O zaman, her evre için birinizi
alacağım evime. Parça karşılığı sizden istediğim tek şey var: Bana oyun
oynamayı öğreteceksiniz. Hayatın -bende olmayan- tüm hilelerini istiyorum
sizden. Sıranız gelene kadar gidin şimdi evimin önünden. Dağılın!... Hayatıma.
Deniz Akyüz 14.09.09
Comments