KAFAMI SEPIA’YA ÇARPTIM



Masamı temizlerken sararmış iki bilet buldum, ilk gençliğin festivallerinden birinden hatıra. Koçanları yırtılmamış iki bilet. Gidilmemiş iki film… “Dünyanın orta yerinde aşk için ağlıyorum” , “Konuş onunla”. Ne güzel filmlerdi onlar kim bilir? Ben bilmem. Bir kere kaçırmışım ya o fırsatı, bir dahaki seferi olmaz. Gösterimden kalkalı da çok oldu. Tek başıma izleyemem, sıkılırım. Odama gir, DVD leri kır anne! Yatağıma serp. Duraksayan düşlerimde parça girsin araya. Muzır hayallerim uzun/sepia/manalı sekanslarla renklensin.

-          Çok içtin! Gidelim artık.

İyiyim ben. Hem de çok. Sahi, iyi biriyim değil mi? Kimseye zarar vermedim değil mi? Dur, hemen ilkokuldan bahsetme. O çocuğun dudağını haksız yere patlatmadım. Hatırladın mı, bana küfretmişti. Ağabeylerinden kaçarken merdivenden yuvarlandım. Bak, burnumdaki iz o muhteşem serbest düşmeden hatıra. “Kafanı taşa vurmadan anlamazsın taşın taş olduğunu”. Ben bu sayede anladım. Öyle bir çarpmıştım ki yere, kaçtığımı unutmuşum. Hatırladım. Hep kaçmıştım. “Çocukluğun travmaları seni bırakmayacak” demişti bir arkadaşım. “Canımın içi böyle şeyler yalnızca filmlerde olur” demiştim ona cevaben. İnandırıcı bulmadı. 70lerin Hülya Koçyiğit’i gibi koşarak uzaklaştım ondan da. Kaçmak… Yaşam biçimim oldu. Yorulduğumda başka kaçanların sırtına yükledim kendimi. Duramazdım. Durursam çocukluğum yakalardı beni.

-             Çok içtin! Gidelim artık.

Artıklarını ben temizledim hayatın. Yeni bir şeylere başlamak, üretmek hep zor oldu. Yeni şeyler denemeye korktum. Yapılmışları süpürdüm yetilerimin altına. Bilindik şarkılar çaldım tavırları bilindik insanlara. Gitarımın teli kopana dek çaldım. Beğenmişler, takdir etmişlerdi. Bırakmak olmazdı. En uzun damarımı, ar damarımı söktüm içimden. Re telimden damlayan kan benim kanım..Korkma! Benim kadar korkak olma. Tekrar çalsam o parçayı…Dinler misin? “Tekrar çal Sam” der misin? Deme sakın! Korkarım sonunu getiremem küflü fonumuzun meşum parçasının. Tüm eksik 5 liler diyezlerin arkasına saklandı. Aramaya mecali yok parmaklarımın. Gitarım sustu, kanıyor. Yıka parmaklarımı.

-             Çok içtin! Gidelim artık.

İçmiyorum ben, yalnızca dudaklarımı ıslatıyorum. Ağzımdan çıkan soluk, sert kelimeleri nemlendiriyorum. Önyargılarım önce benim canımı yakıyor. Onları yumuşatmak için sert bir şeylere ihtiyacım var. Cümlelerimi sulandırıyorken seni ıslatıyorum diye kızıyorsan bana, durma git! Ben daha buradayım. Aynı masa, aynı sandalye, aynı çerez tabağı ile çift kişilik masalardan birine beklerim seni. Gelirken içkini de getir. Benimkini paylaşmam. Bana ancak yetiyor. Kelimelerini kendin ıslat, benden yardım dilenme. Islak gel, hazırlıklı gel! Şehir tükürmüşse yüzüne/yüzüme, silmeden otur yanı başıma. Sana anlatacaklarım çok, sana anlatacağım hiçbir şey yok. Neden-sonuca biat eden tespitler bekleme benden. Bunu biliyorsan gel…me. İçmeyi sevmiyorsun sen. Benim yüzümden sabahı zift gibi bir ağızla karşılama. Git…me. Yarım bırakılmış kadehler çabuk ısınır. Beni bu kimyasallara emanet edip de gitme!

-             Çok içtin! Gidelim artık.

Gidemem. Saklanmak için en doğru yer insanın içiymiş meğer. Burası o kadar güvenli ki! Kimse yermiyor beni. Kimse yere sermiyor bir cümlesiyle. Gidemem. Arkamdan ağlamasın tabakta kalan son çerez tanesi. Anne duy beni! Bak, tabağım tertemiz. Dişlerimi de fırçaladım az önce. “Yarın erken kalkacaksın. İşe gideceksin oğlum” demeden ben söyleyeyim: İşe bu masadan gideceğim artık. Bu masadan..Yarın son kez gideceğim işe. Yakın bir arkadaşım ekolojik dengede iş bulmuş. Onunla eve çıkacağım. Selamı var sana anne, Gregor’ un selamı var. Gün bulup saat yiyeceğiz beraberce. Geleceğe inanmıyormuş. Ne kadar da benziyor babamın gençliğine. Konuşmuyor ya şimdi benle. Ona şöyle söyle: “Oğlun senin gençliğini kurtarmış fotoğraf albümlerinden. 30 yıl önceki senle yoldaş olacakmış. Aklına ilk geleni yapmazsa kendini vuracakmış”… Bohemian Rhapsody çalıyor şimdi odamda anne. Beraber dinleyelim mi? Aç sesini teybin. Beni anlamaya itiyorum seni. Bismillah!

-             Çok içtin! Gidelim artık.

Başım ağrıyor. Sessiz ol lütfen. Parmak uçlarında sessizce öl. Ancak sabah olunca diril. Ben yine aynı yerimde, büyük bir ihtimalle -bir hastanenin onkoloji servisine bakan penceremin önünde- sabahın körü sigarasıyla boğazımdaki katranı temizliyor olacağım. Gel yanıma, ayaklarını pat pat vurarak yere. Geldiğini duyayım. Hiçbir şey demeden gelip, beni dürtmenden hoşlanmıyorum. Kararmış akciğerlerim kaburgalarıma tutunurken sarsma bedenimi. Islık çal. Ne yana dönersen dön, ben gelirim ardından. Öyle bir sus ki, şehrin nefesi içinde hapsolsun. Bu ıssızlığı ben bozarım öksürüğümle…Beni duyabileceğin/seni görebileceğim kadar uzaklaş benden. Bir Ortaçağ cüzamlısı gibiyim, fazla yaklaşma. Hüzzam makamından şarkılar söylüyor sana ciğerlerim. Bir sen kaldın içimde. Dinler gibi yap!

-             …………………………..

Bu kez bir şey söylemedin. Uykuya dayanamadın değil mi sonunda? Kol saatini de kırmışsın. Neden böyle yaptığını biliyorum. Yapma! Zamana direnme, ama küsme de. Azcık yana kay, bekle…Ben de geliyorum rüyana. Kendi rüyamdan kovuldum, sepia bir ortamda renkli/savruk/çelişik kelimeler kustum diye… Suç sende. Söylemiştim:
“O son birayı içmeyecektim!”

Deniz Akyuz 13.05.09

Comments

Popular posts from this blog

Pisi

ÇİZGİLİ ANI DEFTERİ (BİR ÇİZGİ FİLM GÜZELLEMESİ)

Fade Out (Öz gözümden)