HALETİ RUHİYE

“ Kimseye etmem şikayet
Ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi
Baktıkça istikbalime ”
Beynimim yakından bakılınca görünen bir köşesinde dönüp duruyor bu dizeler..Günlerdir. Kaldırım taşlarının oyuklarından doğru eve gitmeye çalışırken dudaklarımdan dökülüveriyor melodisini de sürükleyerek peşi sıra. Hava çok soğuk oluyor bazen burada. Sözcükler daha ağzımdan çıkar çıkmaz donup düşüyorlar yere. Daha geçen hafta sonu aldığım yepyeni paltomu kırıştırmak pahasına eğilip topluyorum onları özenle. Oysa üstüm başım kırışmasın diye toplu taşıma araçlarında dahi oturmam normalde. Ama bu özel bir durumdu sanırım. Kelimelerin kafamda dönüp durmasının bir anlamı olmalıydı…Topladığım sözcükleri nasırsız, soğuktan iyice gerilmiş ama hala küçük avucuma koydum. Bir kısmı avucuma sığmadı haliyle. Bazılarını elemeliydim. Kaçınılmaz bir durumdu bu. Bazı seçimler yaparak hayatına devam etmek istersen, arkanda bırakıp gittiklerin olacak ve sen onlara bir daha dönüp bakmayacaksın bile. Ya da örneğin tespih boncuklarının müptelasıysan, duvarda asılı duran az kullanılmış tespihin ipini kopardığında hepsini avucunda tutamayacağının ayrımına varman gerekir. Bir kısmı mutlaka düşecektir yere. Sözcükleri sıraya koymaya çalışırken de böyle oldu. Önce “Ağlamak” kelimesi düştü parmaklarımın arasından..Yavaşça..
Ağlamak… Fonetik açıdan bile insanı yumruk yemişe çeviren bir kelime.. İçinde bin bir duygu barındıran, icraata döküldüğünde arındıran eski Türk filmlerinden çıkmış kadar masum bir kelime. Bazen birçok kapıyı açarken, bazen kapıların daha hızlı kapanmasına yol açabilen hayli nemli bir arkadaş gibi. Yine de insanda yaşadığını hissettiren bir tat bırakıyor çoğu zaman..
Ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi
Baktıkça istikbalime ”
Beynimim yakından bakılınca görünen bir köşesinde dönüp duruyor bu dizeler..Günlerdir. Kaldırım taşlarının oyuklarından doğru eve gitmeye çalışırken dudaklarımdan dökülüveriyor melodisini de sürükleyerek peşi sıra. Hava çok soğuk oluyor bazen burada. Sözcükler daha ağzımdan çıkar çıkmaz donup düşüyorlar yere. Daha geçen hafta sonu aldığım yepyeni paltomu kırıştırmak pahasına eğilip topluyorum onları özenle. Oysa üstüm başım kırışmasın diye toplu taşıma araçlarında dahi oturmam normalde. Ama bu özel bir durumdu sanırım. Kelimelerin kafamda dönüp durmasının bir anlamı olmalıydı…Topladığım sözcükleri nasırsız, soğuktan iyice gerilmiş ama hala küçük avucuma koydum. Bir kısmı avucuma sığmadı haliyle. Bazılarını elemeliydim. Kaçınılmaz bir durumdu bu. Bazı seçimler yaparak hayatına devam etmek istersen, arkanda bırakıp gittiklerin olacak ve sen onlara bir daha dönüp bakmayacaksın bile. Ya da örneğin tespih boncuklarının müptelasıysan, duvarda asılı duran az kullanılmış tespihin ipini kopardığında hepsini avucunda tutamayacağının ayrımına varman gerekir. Bir kısmı mutlaka düşecektir yere. Sözcükleri sıraya koymaya çalışırken de böyle oldu. Önce “Ağlamak” kelimesi düştü parmaklarımın arasından..Yavaşça..
Ağlamak… Fonetik açıdan bile insanı yumruk yemişe çeviren bir kelime.. İçinde bin bir duygu barındıran, icraata döküldüğünde arındıran eski Türk filmlerinden çıkmış kadar masum bir kelime. Bazen birçok kapıyı açarken, bazen kapıların daha hızlı kapanmasına yol açabilen hayli nemli bir arkadaş gibi. Yine de insanda yaşadığını hissettiren bir tat bırakıyor çoğu zaman..
Ancak tüm bu söylenenler “Ağlama” denilen eylemi başkası bizim yanımızda, bize karşı, bizim arkamızdan yapıyorsa geçerlidir. Aksi halde hiçbir kimse yoktur ki öylesine ağlamış olsun toplum denen kalabalığın suratına doğru. Yastık altları, banyodaki buğulu aynalar ve odamın her açıdan sota yeri şahidimdir ki ağlamak eylemini hesap gözetmeksizin gerçekleştiren tek bir Allah’ın kulu yoktur. Çünkü sırf duygular yüzünden ağlarsak zayıfızdır, çıtkırıldım birer ibneyizdir. Hesapsız kitapsız ağlayan herkes, kız erkek fark etmez, zavallıdır. Bu işe kafa yormuş olması muhtemel filozoflar “Ağlama” kelimesindeki çelişkiye çeker dikkatimizi. Ağlama!! Sakın ağlama. Peki ama neden? Neden ellerimizin arasından ilk o kelimenin düşmesine göz yumuyoruz? Genellemeyi bir yana bırakıp aslanlar gibi yazının tamamını üstleniyorum. Neden koskoca dörtlük içinde yalnızca “Ağlamak” kelimesini soğukta kaderine terk ediyorum? Nemli şeylere dokunamadığımdan mı? Hayır. O zaman nedir beni ağlamaktan fersah fersah kaçıran? Korkudur belki de. İhtimal ekleri fazla bu tespite. Kesinlikle korkudur beni de toplumun geri kalanı gibi “gözüme hüzün kaçmasından” uzaklaştıran.
Korkuyorum gelecekten. Hani en tepede ağdalı Türkçe ile “istikbal” diye tanımlanmış yakın dünlerden, uzak şimdiki zamanlardan. Hep bir ağızdan “hayat şartları” dediğimiz dalgalı denizde, yalnızca benim “kırık dökük bir sörf tahtası” dediğim eğitimin üstünde nereye varacağını kestiremediğim bitmek bilmez efor tüketimi ürkütüyor beni. Omuz kasları, kollar, bacaklar ve karın bölgesi çalışıyormuş bu sporla. Varsın sağdan soldan çarpan tecrübelerle kaslaşsın, nasır tutsun her yerim. Yine de dünyanın oluşumuna benzetiyorum insanın geleceğe yürüyüşünü. Dış kabuğumuz sertleşiyor da zamanla, içimizdeki magma hep yumuşak kalıyor.
Korkuyorum gelecekten. Hani en tepede ağdalı Türkçe ile “istikbal” diye tanımlanmış yakın dünlerden, uzak şimdiki zamanlardan. Hep bir ağızdan “hayat şartları” dediğimiz dalgalı denizde, yalnızca benim “kırık dökük bir sörf tahtası” dediğim eğitimin üstünde nereye varacağını kestiremediğim bitmek bilmez efor tüketimi ürkütüyor beni. Omuz kasları, kollar, bacaklar ve karın bölgesi çalışıyormuş bu sporla. Varsın sağdan soldan çarpan tecrübelerle kaslaşsın, nasır tutsun her yerim. Yine de dünyanın oluşumuna benzetiyorum insanın geleceğe yürüyüşünü. Dış kabuğumuz sertleşiyor da zamanla, içimizdeki magma hep yumuşak kalıyor.
Gelecek dediğimiz zaman diliminin kabuğu parçalamayacağı ne malum. Tüm korkum bu yüzdendir. Ayakta kalacağım diye yapıp etmelerim gelecekte çatırdayıp içimden magmayı saçacak etrafa. İşte o zaman içimde eksik kalan tüm isteklerin sıcaklığı önce beni, sonra bana körü körüne inananları yakıp küle çevirecek. Bunu biliyorum ve acıyla yüzleşmekten korkuyorum. Yapmadığım hiçbir şeyden mesul değilim. Ama ya yapamadıklarımdan veya yapmak zorunda olduklarımdan? Gelecek, güneyden sıcaklar beklerken Balkanlardan habersizce yanaşan soğuk hava dalgası gibi gelecekse; yaşıtım ve bir önceki kuşağın taşıdığı mikroplardan kariyer nezlesine yakalanacaksam, çalışma hevesimi Excel dosyalarına hapşırıp dikkatim burnumdan akıp gidecekse yine de ağlamayayım mı? Yine de kırmızı halılar üzerinde Oscar heykelciğiyle dolaştığım eğitim hayatıma halel gelmesin diye istenmese de “gelecek” olandan korkmayayım mı? İstikbal benim gözlerimde olmadıktan sonra yer gök istikbal cenneti olmuş ne yazar. Bu sebepten elimden kayıp giden “İstikbal”i de boş gözlerle seyre daldım.
Şimdi elimde tanımlayamadığım bir tek kelime kaldı: Mücrim. Artık kelime kaybetmeye tahammülüm yoktu, elimi sıkıca kapattım o da düşmesin diye. Hapsettim onu avucumun en ulaşılmaz yerine. Bu yaptığımdan dolayı en ufak bir suçluluk duygusu barındırmıyorum içimde. Kelimenin kendisi suçu üstleniyor zaten. Suçlu olan kelime, ben değilim ki! Ama suçluya yardım, yataklık, ara sıra işimi görsün diye yalakalık yaptığımdan işe ucundan kenarından bulaşmış sayılırım. Duramam olduğum yerde. Kaçıyorum artık elimde kalan son kelimemle geleceğin aksi yönüne doğru. Hızım artıkça soğuk hava yüzüme tokat gibi iniyor ağlıyorum. Bahanesi sağlam bu ağlayışın. Ağladığıma seviniyorum. Elimdeki suçlu hep batıya giderek beni yeni korkulara ve dünyanın yuvarlaklığından yararlanıp yine aynı geleceğe sürüklüyor. Bırakıyorum artık kendimi rüzgara. Suçu da suçluyu da sahipleniyorum. Tümden amaçsız geldim, tüme amaçsız gidiyorum.
Şimdi elimde tanımlayamadığım bir tek kelime kaldı: Mücrim. Artık kelime kaybetmeye tahammülüm yoktu, elimi sıkıca kapattım o da düşmesin diye. Hapsettim onu avucumun en ulaşılmaz yerine. Bu yaptığımdan dolayı en ufak bir suçluluk duygusu barındırmıyorum içimde. Kelimenin kendisi suçu üstleniyor zaten. Suçlu olan kelime, ben değilim ki! Ama suçluya yardım, yataklık, ara sıra işimi görsün diye yalakalık yaptığımdan işe ucundan kenarından bulaşmış sayılırım. Duramam olduğum yerde. Kaçıyorum artık elimde kalan son kelimemle geleceğin aksi yönüne doğru. Hızım artıkça soğuk hava yüzüme tokat gibi iniyor ağlıyorum. Bahanesi sağlam bu ağlayışın. Ağladığıma seviniyorum. Elimdeki suçlu hep batıya giderek beni yeni korkulara ve dünyanın yuvarlaklığından yararlanıp yine aynı geleceğe sürüklüyor. Bırakıyorum artık kendimi rüzgara. Suçu da suçluyu da sahipleniyorum. Tümden amaçsız geldim, tüme amaçsız gidiyorum.
Comments